Altınoluk Dergisi, 2021– Ağustos, Sayı: 426
Nebîler Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bütün âlemlere bir rahmet olarak gönderilmiş; risaleti de yalnız bir kavme, bir beldeye, bir ırka değil, bütün insanlığa ve insanlık dışındaki varlıklara da şâmil olmuştur. Bu hikmete binâen de bizzat Cenâb-ı Hak tarafından çok özel ikramlarla rûhî ve kalbî faziletlerle mümtaz kılınmıştır.
Ağır risâlet görevinin Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına uygun olarak îfâsı için Yüce Rabbimiz, Habîb-i Edîbi’nin takip edeceği usûlü ve uslûbu bizzat Habib’ine tâlîm ederken, üzerindeki özel nimetlerini de O’na hatırlatmıştır. Bu hatırlatmanın bir hikmeti de Rasûl-i Kibriyâ’nın karşılaşacağı her zorlukta Rabbinin koruması ve ilâhî yardım altında olduğunu bilmesi, gönül dünyasında aslâ bir yorgunluk ve olumsuzluğun olmaması içindir.
Cenâb-ı Hakk’ın Sevgili Peygamberimiz’e çok özel ikramlarından biri de, şüphesiz O -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şerh-i sadrı, yani gönlünün açılması ve gönül genişliğine mazhar olmasıdır.
“(Ey Nebî!) Biz Sen’in göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü Sen’den alıp atmadık mı? Sen’in şânını yüceltmedik mi?” (el-İnşirâh, 1-4) iltifât-ı sübhânîsi ile Yüce Peygambere hatırlatılan şerh-i sadr; ilâhî nûr, Allah katından gelen bir sekînet ve ondan kaynaklanan bir rahatlıkla göğsün açılması demektir.
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-; “Kalbe nûr girdi mi o kalp inşirah bulur.” buyururlar. Kalbin inşirah bulması yani açılması, her şeyi daha öz hakikatı ile ayân beyan görmesidir. Böylece kendi dışındaki varlıklarla olan bütün münasebetinde bu gönül genişliği ve ilişkileri devam eder. İlâhî nûr ile açılan gönüllerde kader sırrını idrâk farklı olur. Allâh’ın râzı olduğu güzel davranışlar bütün münâsebetlerde tezâhür eder. Onlar gönlü zengin, gönlü geniş insanlardır.
Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- Peygamber Efendimiz’i tanıtırken şöyle der:
“Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- insanların en geniş kalplisi, en doğru konuşanı, en yumuşak huylusu ve herkesle en güzel geçineni idi.” (Tirmizî, Menâkıb, 8)
Kâdî Iyaz, eş-Şifâ isimli eserinde, Efendimiz’in bu gönül dünyasının insanlar arası münasebetlere nasıl yansıdığını şöyle nakleder:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- müslümanların arasını bulup onları kaynaştırır, onların hoşlanmayacakları şeyleri yapmazdı.
Meclisinde göremediği ashâbına ne olduğunu sorup araştırır, yanındakilerle ilgilenip onlara iltifat ederdi.
Meclisinde bulunan herkes, Rasûl-i Ekrem’in en değer verdiği insanın kendisi olduğunu düşünürdü.
Bir soru veya ihtiyacı sebebi ile yanına gelip oturan kimse kendiliğinden kalkıp gidinceye kadar O’nun her hâline katlanır ve yanından ayrılmazdı. Kendisinden bir şey isteyeni ya istediği şeyi vererek veya vereceğini vaad ederek yahut da gönül alıcı bir söz söyleyerek yolcu ederdi.
Mübarek elini tutan biri onu bırakmadıkça Peygamber -aleyhisselam- da elini çekmezdi.
Karşılaştığı kimseye ilk selamı Allâh’ın elçisi verir, musâfaha yapmak üzere ashâbına elini ilk O uzatırdı. Arkadaşlarının yanında ayağını uzatıp da onların yerini daralttığı hiç görülmemiştir.
Yanına gelene mutlaka bir ikramda bulunur, kimi zaman da misafirinin altına kendi hırkasını serer, kendi altındaki minderi gelen zâta verir, oturmak istemezse de oturması için ısrar ederdi.
Namaz kılarken yanına biri gelirse namazını uzatmadan bitirir, ona talebini sorup o talebini karşılar ve daha sonra namazına devam ederdi.”
Hazret-i Hatice annemizin oğlu, Rasûl-i Ekrem’in üvey evlâdı Hind bin Ebi Hâle Sonsuzluk Nûru’na hayranlığını O’ndaki engin gönlü ve güzel davranışlarını şöyle nakleder:
“Rasûlullah Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- her zaman güleç yüzlü, güzel huylu ve halîm selimdi. Kötü huylu, katı kalpli değildi. Bağırıp çağırmaz, çirkin söz söylemez, kimseyi ayıplamaz ve aşırı derecede övmezdi. Hoşlanmadığı şeyi görmezden gelirdi, herkes O’nun kereminden ve lûtfundan kendisine bir pay düşeceğinden emindi.”
Peygamber iltifatı ile dînin büyük kısmını ümmete nakleden Hazret-i Âişe Annemiz de;
“O’nun yüzünün nûru ile iğneme iplik geçirirdim.” diye ifade ettiği O müstesna güzellikteki davranış mükemmelliğini anlatırken;
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ashâbından veya ailesinden biri ‘Yâ Rasûlâllah, diye seslendiğinde mutlaka Efendimiz; Lebbeyk / Buyrun!’ diye cevap verirdi.” diyor.
Seyr u sülûk olarak ifade edilen mânevî terbiye yolunun ana programı, Sünnet-i Seniyye’yi tam bir teslîmiyetle yaşayarak bu gönül kıvamına ulaşmak olsa gerek. Peygamber vârisi, mürşid-i kâmillerin de bütün arzuları, el ele tutuştukları, yol dostlarının bu gönül kıvamına ulaşarak Allah Rasûlü’nün hayırlı ümmetinin fazîletli, hayır ehli insanları olmalarıdır.
Nûr-i â’zamdan uman feyz ü necat
Rûh-i pâk-i Ahmed’e versin salât
اللهم صل على سيدنا محمد وعلى آله و صحبه وبارك وسلم