Altınoluk Dergisi, 1992– Aralık, Sayı: 82
Nemengan: 24 Eylül Perşembe / 25 Eylül Cuma.
Sabah saat 8 civarında, Nemengan’a gitmek üzere Taşkent havalimanından uçağa biniyoruz. Burada iç hatlarda çalışan uçaklar genellikle pervaneli ve 48 kişilik küçük uçaklar. İçi de uçak konforundan mahrum… Nemengan Taşkent’e 300-350 km mesafede. 45 dakikalık bir uçuştan sonra Nemengan’a yanlıyor. Yolda hareketten az sonra uçaktan yemyeşil vadileri seyrediyoruz. Burası ünlü Fergana vadisi.. Gerçekten bütün arazi işlenmeğe müsait ve işlenmiş de. Uçak hayli alçaktan gittiği için de havadan bu yeşillikleri seyretmek ayn bir zevk oluyor… 10 kişilik arkadaş gurubumuzda “Nemengan” doğumlu bir dostumuz da bulunuyor. Onun için Nemengan ziyaretimizin ayn bir önemi var. Bu ağa-beyimiz anlatıyor:
– Bundan tam 60 yıl evveldi. Henüz 3-4 yaşlarında bir çocuktum. Babam o günkü şartlarda hicreti tercih etmişti ve beni yanma aldı, at ve katır sırtlarında Afganistan ve Hindistan tankıyla belki 1 ay belki 2 ay süren bir yolculuktan sonra Medine-i Müneverre’ye ulaşmıştık.. Küçük kardeşim dahil en yakın akrabalarımız hepsi burada… Tam 60 sene kendilerinden hiç bir haber alamadık… Fakat babam gene de içimize bir ümid ışığı yakıyor… Ve bizlere “belki ben o diyarları artık bir daha göremem, fakat İnşallah sizler tekrar göreceksiniz” diyordu. Nihayet bundan bir sene evvel, burası ile irtibat kurma imkanımız oldu. Önce kardeşimle haberleştik. O’nu hacca davet ettik.. 60 yıl sonra kendisiyle görüştük. İşte şimdi de biz onu ziyaret ediyoruz…” diyor.
Fadlullah ağabeyin, Hz. Yusuf’un kardeşleri ile buluşmasın! hatırlatan bu anlattıkları bizi de duygulandırıyor. Artık Nemengan’da bir yerde onun misafiriyiz. Havaalanına iner inmez akrabaları ve onlara yakın olanlar bizleri karşılıyor ve kalacağımız misafirhaneye götürüyorlar… Öğleye kadar istirahat ediliyor. Öğleden sonra şehri dolaşmağa çıkıyoruz.. Maksadımız buradaki İslâmî durumu görmek..
Nemengan merkezi 300.000 nüfuslu. Bu nüfus bağlı kasaba ve köyleri ile birlikte l milyona ulaşıyor.. Özbekistan’da islami yapışım mümkün oldukça koruyabilen bir kaç şehirden biri… Şehir yine Taşkent gibi düz bir vadiye kurulmuş.. Caddeler geniş geniş.. Ancak burada dolaşırken insan kendini bizim Orta Anadolu vilayetlerinden birinde zannediyor. Kılık, kıyafetle, insanların dış görünüşlerinde islamî bir tercihi farkedebiliyorsunuz. Gerçekten az sonra rehberimiz bize yeni yapılan bir kaç cami ve medreseyi gezdiriyor ve buradaki İslami canlılığı daha yakından görüyoruz… Önce Yahya Hanturan Camii,yapılalı 2 yıl olmuş, arkasından aynı ismi taşıyan yine yeni yapılmış bir mescit. Daha sonra Hamîdüddin Kan Camii.. Burası da yapılalı 2 yıl olmuş Bu camiin yeri uzun yıllar komünistlerin işgalinde başka maksatlarla kullanılmış… Fakat oradaki bir mümin, bıkmamış usanmamış bir kaç sene mücadele etmiş, bu camiin yerini hükümetten kurtarmış… Cami yapılmış. Fakat bu gayretli mümin de bir trafik kazasında hayatım kaybetmiş.. Şimdi camiin kenarındaki hücrede, Kur’an okuyan çocukların içinde 2 de yetim çocuk var. Bu çocuklar, sanki babalarının emanetini omuzlamışlar.. İslâm’a hizmet için dine hizmet için Kur’an okuyorlar…
Daha sonra tarihi Molla Kırgız Medresesi ziyaret ediliyor. Bu medrese de büyük bir meydana bakıyor ve gayet muntazam. Bizdeki Osmanlı medreseleri gibi ortada bir avlu ve avluya bakan hücreler…. Fakat şimdi ihtiyaca kafi gelmiyor… Arkada bir arsaya yurt inşaatı yapılıyor… İnşaatın önünde canla başla çalışan güzel yüzlü fedakar müminler… Hepsi geçmişin baskı ve zulmünü bir taraf a itmiş, bundan sonra ne yapabiliriz diye bir hayır ve hizmet yarışına koyulmuşlar. . Gayet şevkli neşeli ve canlı insanlar… Akşam namazına bir başka yeni camiye gidiyoruz… Pırıl pırıl geniş bir avlu içinde gayet güzel bina edilmiş bir cami… Üç kubbesine de ince birer hilal yerleştirilmiş, içi gayet temiz… Avluda ise yine İslâmî tedrisatta kullanılmak üzere yapılacak binaların hazırlıkları var… Nemengân sürurumuzu, şükrümüzü artırıyor. Nerede ise bir nesillik bir kesintiden sonra 1-2 sene içinde bu kadar canlı bir toparlanma gelecek için güzel ümitler veriyor…
Ertesi günü 25 Eylül Cuma. Cuma namazına şehrin tarihi camiine gidiyoruz. Cami, içi ve avlusu ile dolu… İçerde daha çok 40’ın üzerindekiler, avluda ise gençler… Namazdan evvel yaşlı bir hoca Efendi Özbekçe ders takrir ediyor. Ezana yakın cami görevlisi orta yaşta bir hoca efendi heyecanlı heyecanlı konuşuyor- Hoca Efendi, Taşkent’teki baş müftüye son günlerde yapılan baskılar üzerine, halkın kendisine çektiği telgraftan mihraptan cemaata duyuruyor. Heyecanlı ve meselelerine sahib.. Demek ki haksızlıklara karşı yavaş yavaş konuşma hürriyetleri başlamış… Artık yanlışlara bu yanlıştır diyebiliyorlar. Yıllardır devam eden sindirme ve susturma politikası delinmiş. Bir takım insanlar doğru ve yanlışları hay-kırabiliyorlar. Tabii ki halkın uyanması için bunlar güzel gelişmeler.. Namazdan sonra halk etrafımızda büyük bir sevgi çemberi oluşturuyor… Arabalarımıza zor biniyor ve öğlen yemeği için, Fadlullah ağabeyin kardeşi Mansur Efendinin evine gidiyoruz. Tipik bir Osmanlı evi, tek katlı, bahçe ortada, bahçeye bakan az yüksekçe bir sedir ve sofra bu sedir üzerine kurulmuş… Sofrada Nemengan’ın hafızları, hocaları, sülalesi, nurani yüzleri, İslam’i kisveleri ile insanı adeta 70 yıl evveline götürüyorlar… Ve insan onların arasında bu diyarlar sanki hep böyleymiş gibi hissediyor… Sofraya Özbek gençleri hizmet ediyor. Adetleri meclise yeni biri gelince hemen dua yapılıyor. Farklı zamanlarda gelişler sebebiyle bazan aynı mecliste 7-8 defa bazan daha fazla eller dua-ya açılıyor… Manevi bir huzur içinde öğle yemeği yendikten sonra, yaşlıların bir kısmı ayrılıyor. Kalan 50-60 kişilik cemaata sohbet yapılıyor. Sohbetimiz buradaki gibi yine bir aşr-i şerifle başladı. Sonra Altınoluk Sohbetleri’nin “Zikrullah ve İnsan” bölümünden bir kısım okundu. Ve kısa bir hasbihalden sonra sohbet de tamamlanmış oldu..
Nemengân hizmet için koşturan gençleriyle, onlara şefkatlerim ve yardımlarını esirgemeyen ak sakallı, ak sarıklı yaşlılarıyla içimize ümitler verdi. Başarılarına dua edilip, ertesi günü Taşkent üzerinden Semerkant’a geçildi.
Semerkant: (26 Eylül Cumartesi, 27 Eylül Pazar)
Özbekistan’ın büyük bir kültür mirası taşıyan, bu sebeple en çok seyyah çeken bu şehrine, 26 Eylül cumartesi aksama doğru varıldı. Akşam otele yerleşilip istiharat edildikten sonra 27 Eylül Pazar sabahı erkenden şehri dolaşmağa çıktık… İlk ziyaretimiz Semerkand Başhatibi Mustafa Melikzade Hoca. Hace Züd Murad Camii yanındaki makamında bize sabah çayı ikram ediyor ve Semerkant hakkında hayli geniş bir tarihi bilgi veriyor. Hoca efendi hem tarihi anlatıyor, hem de şimdiki çalışmalarım anlatıyor:
Semerkant tarihî bir şehirdir. Şimdiki nüfusu 600.000. Etrafıyla beraber 2.400.000. %1 Yahudi var. %5 Rus var, gerisi de muhtelif milletlerden… Vilayet içinde şu anda 10 camimiz var. Her caminin etrafında Kur’an okutuluyor. Fakat bayram namazı için cami/erimiz yetmediğin-den geçen sene Validen izin almak suretiyle bayram namazım şehrin dışında büyük bir meydanda kıldık. Cami faaliyetlerimiz hayli hızlı. 82’den sonra yavaş yavaş bir serbestlik başladı. Bu civarda 90 yılında 50 mescit, 91 ‘de de 100 mescit birden açıldı. Bir gayret içindeyiz.
Mustafa Hoca. bir taraftan bu malumatı veriyor, bir taraftan da Semerkant’taki Kültür mirasımızı tanıtıyor ve diyor ki:
– Burada Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas’ın oğlu Kusem ibni Abbas metfundur. Cihad için buraya gelmiş ve şehid olmuştur. Ayrıca Hz. Osman’ın oğlu Muhammed ibni Osman da burada metfundur. O da cihad için gelmiş ve bizim toprağımızda kalmıştır. Sonra İmam-ı Maturidi hazretleri. fakih ve müfessir Ebu’1-Leys Semerkandî hazretleri, ve çok mühim bir şahsiyet, Nakşî büyüklerinden Hoca Ahrar-ı Velî hazretleri o da burada metfundur..
Hoca efendi İslam’i ilimlerle uğraşan her münevverin yakından tanıdığı bu büyük şahsiyetlerin isimlerini peş peşe saydıkça; insan, içinde büyük bir heyecan hissediyor. Nasıl hissetmesin ki, bu büyük zatların ilimleri, satırdan satıra, irfanları sadırdan sadıra asırlar sonraki bizlere kadar ulaşmış. Akidemiz onların tedvin ettikleri akide, gönül dünyamızı onlar yoğurmuşlar. Cihad duygularımızı o büyük isimler besliyor. Ve her birine hiç olmazsa birer fatiha okumak, manevi huzurlarında tefeyyüz etmek için heyecanlanıyoruz. Mustafa Hoca, talebelerinden birini bize rehber olarak veriyor ve onun rehberliğinde Semerkand’ı dolaşmağa başlıyoruz.
Önce Şah-ı Zende Makberesi olarak isimlendirilen tarihi kabristanda ki bu kabristan kubbeleriyle, yollarıyla sanki bir mahalleyi andırıyor- sahabi-den Kusem İbni Abbas hazretlerini ziyaret ediyoruz. İstanbul’da Ebü Eyyub Ensari nasıl bir merkezse, Kusem ibni Abbas da Semerkant’ta öyle. O da sahibi. Öbürü de… O da cihad için yola çıkmış öbürü de… O da şehid olmuş öbürü de. Efendimizin pak ashabının her biri gittikleri beldelere adeta manevi birer alem olmuşlar. Metfun oldukları beldelerde, sonra gelen nesillere cihad ruhunu, Allah için fedakarlığı gösterecek, müşahhas isim ve mukaddes emanetler…
Daha sonra şehrin ortasında, Registan meydanında tarihi üç medrese… Meydanın sağında Serdar Medresesi, meydanın solunda Uluğ Bey Medresesi ve meydanın tam karşısında iki medreseyi bir birine bağlayan Tılla Kari medresesi kollarını öne doğru açmış bir insanın kucaklayışı gibi insanı kucaklayan masmavi bir dünya. İnsana İslâm medeniyetinin mefahirini gösteriyor. Bu medeniyetin geçmişte yeryüzüne nasıl bir ilim-irfan ve kültür zenginliği kazandırdığım gösteren bir abide, insan bu güzelliği seyretmeye doyamıyor. Seyrederken de tarih içinde kayboluyor. Dünün ihtişamı ile bu günün çaresizliği arasındaki zıtlığı çözmek için yol arıyor.
Medrese’den çıkıp, bahçede yürürken rehberimiz bir az sonra Hoca Ahrar-ı Velî türbesini ziyaret edeceğimizi söyledi. Bizler için seyahatimizin ana hedeflerden olan bu ziyaret, heyecanımızı bir kat daha artırıyor. Altın Silsile’nin Semerkan’taki tek halkası Ubeydullah Ahrar hazretleri… Kusem İbni Abbas, Muhammad ibni Osman, İmam Maturidi hazretleriyle birlikte bu tarihi şehre adeta imzalarım koymuşlar. Bilhassa, tasavvufu “hizmet” olarak tarif eden, ömrü de hep hizmetle geçen bu büyük velinin hizmetinin semereleri önce Semerkant-Buhara hattına sonra da diğer İslam beldelerine serpilmiş. Onun ismini duyar duymaz insan gayr-i ihtiyari iç dünyasında bir sıcaklık, bir titreşim ve heyecan hissediyor. Sanki kuvvetli bir mıknatısın tesir sahasındaki demir tozları gibi, o istikamete doğru çekiliyor. Ve 10 dakika kadar sonra Büyük velinin metfun bulunduğu mahalle ulaşılıyor.
Önce Ubeydullah Ahrar hazretlerinin muhiplerinden Nadir Divan Beğ tarafından, onun adına inşa edilen medrese ziyaret edildi.. Medrese uzun yıllar kapalı kaldıktan sonra 2 sene önce tekrar öğretime açılmış. 100 civarında öğrenci burada İslam’i ilimleri tahsil ediyor. Bu medreseden mezun olanlar cami ve mescitlerde görevlendiriliyor. Medresenin genç müdiri Kurban Ali Mirza bize medrese hakkında, öğrenciler hakkında ve hemen medresenin yanında bulunan Hoca Ahrar-ı Veli mescidi, misafirhanesi ve türbesi hakkında geniş malumat veriyorlar ve az sonra medreseden çıkıp, beraberce, caminin önündeki geniş havuzun kenarından yürüyerek, Hoca Ubeydullah Ahrar hazretlerinin kabri ziyaret ediliyor… Hatırlandıkça insana haz ve huzur veren feyiz dolu bir mekan… Hak yolcularının her seher kurdukları manevi Rabıta bu ziyaretlerde biraz daha müşahhas hale geliyor, istifaca ve inikas daha bir yakından hissediliyor elhamdülillah. Türbe ve etrafı bakımlı, temiz… Kabir taşında kısa bir tercime-i hal mevcut.. Bu, Özbekistan’daki gönül erlerinden ilk ziyaretimiz..
Öğlen yemeği, muhterem Mustafa Melikzade Hoca ile beraberce yenildi. Yemek boyunca Mustafa Hoca Semerkant’a İslam’ın girişinden başlayıp, günümüze kadar geniş bir tarihi bilgi verdiler.. Özellikle Hoca Efendinin İmam Buhari hakkında verdikleri bilgileri zevkle ve heyecanla dinledik.
İmam Buhari hazretleri Buhara’da doğması itibariyle, Buhari diye anılıyor. Ancak kabri Semerkant’a 25 km. mesafede Semerkand hudutları içinde. Mustafa Hoca bu büyük alimi son demlerinde nasıl büyük bir zulme maruz kaldığım ve Buhara’dan Semerkant’a sürgün edildiğini anlattı… Cenab-ı Hak bu büyük alime, son deminde mazlumlara verdiği yüksek dereceyi de ihsan etmiş şüphesiz.. Hoca Efendi şöyle anlatıyor:
-İmam Buhari hazretleri, uzun yıllar Mekke’de kaldılar. Bu uzun yıllarda, büyük çalışmalarının neticesi, Kur’an’dan sonra İslam hukukunun 2. kaynağı olan Sahih-i Buhari’yi telif ettiler. Sanı her tarata yayıldı. Sonunda memleketi Buhara’ya döndüler.. Fakat orada kin ve haset başladı. Buhari hazretlerim bazı fitneciler Emir’e şikayet ettiler. Onların da tesiri ile Buhara emiri, Büyük muhaddisi huzuruna çağırdı ve ona Buhara’da kalabilmesi için 2 şart öne sürdü. Birinci şart. Buhari hazretleri telif ettiği Sahih-i Buhari’yi Emire verecek ve kitap Emirin yedinde bulunacak. 2. şartı da Buhari hazretleri. Konağa gelip, Emir’in çocuğuna her gün ders verecekti. Ancak, İmam Buhari bu iki şartı da kabul etmeyip şu cevabı verdi:
– el-Camiu’s-Sahih l nüshadır. Ve bütün ümmetin istifadesi için hazırlanmıştır. Dolayısıyla onu size tevdi edemeyiz. 2. şartımıza gelince kaide olarak “İlmin ayağına gidilir” ve ilme hürmet edilir. Eğer çocuğunuz ilim tahsil etmek istiyorsa bizim yanımıza gelsin biz de ona ilim öğretiriz.
Bu cevab üzerine, Buhara Emiri. îmamın bir kaç gün içinde Buhara’yı terk etmesini emretti. Büyük İmam da Buhara’dan ayrılıp Semerkant’a geldiler. Ve Ramazan bayramı arefesinde de irtihal ettiler (31 Ağustos 870) Buhara emiri ise az bir zaman sonra -bu zulmünün bir cezası olsa gerek- şişerek can verdi.
Mustafa Hoca yemek boyunca bir taraftan bu bilgileri veriyor, diğer taraftan da ertesi günü İmam Buhari hazretlerinin ziyareti için bizlere refakat edeceği müjdesini veriyordu. Bu ise bizleri fazlasıyla sevindirmişti…
Öğleden sonraki ziyaretlerimizde önce Ebul’1-Leys Semarkandî hazretleri daha sonra da ehl-i sünnet imamlarından imam Maturidi hazretleri (D.852- V.944) ziyaret edildi. Diğer kabirlere göre daha bir bakım ve tamire ihtiyacı olan bu kahirin yeniden inşası için hoca efendi teşvik edildi. O da bu işi üslenmiş oldu.. Yine aynı gün ikindiden sonra da Hz. Osman Zinnureyn hazretlerinin oğlu, Muhammed bin Osman İbni Affan hazretleri ziyaret edildi. Şehrin kenar mahallesindeki bu sahabe kabri de bu şehre manevi bir bereket ve güç veriyor. Artık akşam olmuştu.. Hepimiz kaldığımız otele dönüyor ve istirahata çekiliyoruz. Bir gün sonra yolculuğumuzun en heyecanlı bölümü başlayacak… Semerkant’tan Buhara’ya geçilecek.. Yolda İmam Buhari hazretlerine uğranılacak.. Daha sonra Altun Silsile’nin büyükleri sıra ile Abdülhalik Gucdevanî, Arif Rivgiri, Mahmud İncir Fağnevi, Ali Ra-miteni. Baba Simasi, Emir Külal ve Hoca Muhammed Bahaüddin Nakşibend (kaddesellahu esrarehum) hazeratının manevi huzurlarına ulaşmak için hepimiz büyük bir heyecan içindeyiz…
Gelecek Sayı:
Buhara ve Altun silsile büyükleri