Altınoluk Dergisi, 1992– Kasım, Sayı: 81
Buhârî, Maturîdî, Yesevî, Gucduvânî ve Şâh-ı Nakşbend hazretleri gibi, ilim ve irfan kutuplarıyla 10 günlük sıla-i rahim…
Taşkent’in mübarek bir köşesi “Muy-i Mübarek” ismiyle anılıyor. Peygamberimizin sakal-ı şerifini saklamış bünyesinde yıllarca. Bunun yanında, Hazret-ı Osman (r.a.) döneminde dercedilip çoğaltılan Kur’an-ı Kerim nüshalarından birisi de Muy-i Mübarek içinde korunuyor.
10 günlük gezi süresince gah üzüldük, gah sevindik. Ama içimiz, kadîm İslam diyarlarının geleceği için -inşaallah- ümidlerle dolu olarak döndük.
Bakû hava alanında kıbleyi sorduğumuz asker Azerî genç, “işte bu taraf Kabe tarafıdır” dedi. Elhamdülillah Azerî genç kıblesini biliyor.
Çimkent’te, sanki bir Anadolu kasabasının cami derneğinde çalışan insanlar gibi cami için, Kur’an Kursu için çırpınan insanlara rastladık.
70 yıldır insanlığa ve İslam’a kapalı bir dünya… Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve diğer Türk cumhuriyetleri.. Başta İmam Buharî, imam Maturidî, Ebu’l-Leys Semerkandî, Ebu Hafs-ı Kebir gibi ilim kutupları, Ahmed Yesevî, Abdulhalik Gücdevani, Şâh-ı Nakşbend gibi irfan kutuplarıyla bütün insanlığa ışık vermiş, sonra da birden bu ışıklı dünyanın üstüne kapkara kızıl bulutlar çökmüş, camiler kapatılmış, ezanlar susturulmuş. İlim irfan ocağı medreselere kilit vurulmuş, insanlar evlerinden, yurtlarından sürülmüş. insan fıtratına ters bir baskı ve zulüm içinde yaşamaya mecbur edilmiş… Ne var ki dış planda her şeyi yapan sistem, iç planda kalplerdeki imanı yok edememiş. O imanın gücüyle 70 yıl sonra şimdi o insanlar yeniden bir diriliş, canlanış ve aslına dönüşün mücadelesine soyunmuşlar. Camilerin açılmaya, ezanların okunmaya, Kur’an’ın okutulmaya, başların örtülmeye başladığı bu mazlum dünyada bizler, Muhterem Üstadımızla birlikte 10 kişilik bir dost halkası olarak 12 gün misafir olduk (21 Eylül-2 Ekim).. Gah üzüntülerimiz oldu, gah sevinçlerimiz oldu. Fakat içimiz kadîm İslam diyarlarının geleceği için -inşaallah- ümidlerle dolu olarak döndük.
Yol Hazırlıkları:
Özbekistan yolculuğu hazırlıklarımız başlayınca, hepimiz sevinçli ve heyecanlı idik. Zira hem 10-12 gün bir Allah dostuyla beraber olacağız, hem de görmediğimiz, ama aslında bizim öz diyarımız olduğu için hasretini çektiğimiz bir ülkeye gidecektik. Bu heyecanla gideceğimiz yerlere ait tarih ve coğrafya bilgilerimizi bir kere daha gözden geçirip yolculuk için gerekli hazırlıkları yaptık.
Hareket:
21 Eylül Pazartesi, THY uçağı ile İstanbul’dan hareket edildi. Uçak sırasıyla, Azerbaycan, Özbekistan ve Kazakistan’ın başşehirleri; Bakû, Taşkent ve Almaata’ya uğrayacak. Pilotumuz Baku için uçuş saatini 2 saat 40 dakika olarak bildiriyor.
Uçakta az sonra servis başlıyor. Ama ne yazık ki içinde, umre için ihramlıların bulunduğu Cidde seferlerinde olduğu gibi burada da yine içki servisi var… Uçağın bazı bölümlerinde sigara içmek yasak. Ama her tarafında içki serbest. Bu sebeple olsa gerek, Muhterem Üstaz uçaktan bir şey yeyip içmiyorlar, biz de kendilerine uyuyor ve sabah kahvaltılarımızı el çantalarımızdaki sandviçlerle yapıyoruz. Yolculuğumuz manevi bir şemsiye altında gayet huzurlu ve feyizli devam ediyor…
Bakû
Gerçekten 2 saat 40 dakika sonra öğle vakti Baku havaalanına iniliyor. Baku yolcuları uçaktan ayrılırken, diğer yolcuların bir saat kadar beklemeleri isteniyor. Bir ikimiz hava alalım düşüncesiyle uçağın merdivenlerine duruyoruz. Yerde, merdivenin başında genç bir Azeri asker. Yanına yaklaşıp soruyoruz:
– Kıble ne tarafta acaba? Uçakta namaz kılmak istiyoruz da?
– İşte bu taraf Ka’be tarafıdır, diye tereddütsüz Türkçe cevap veriyor bu Azeri genç.
Gerçekten uçakta, bir de pusulamızla kontrol ediyoruz, gösterilen yön doğru, insanlar başka yönlere döndürülmek için bir asra yakın baskı ve zulüm altında tutulmuş bu diyarda. Ama bu Azeri genç yönünü iyi biliyor… Bizi gülümseyerek uğurluyor…
Taşkent
Baku’den havalandıktan 2 saat 40 dakika sonra, Taşkent hava alanına iniliyor. İnmeden önce, havadan Taşkent’i seyrediyoruz Şehir düz bir alana yayılmış. Hem şehrin içi hem de etrafı yemyeşil… Ve şehrin yapışı gayet düzgün… Ama yerde havaalanında bir nizamsızlık var.. Henüz kimin ne yaptığı belli değil. Pasaport kontrolünü Rus görevliler yapıyor. Giriş vizelerini bir Özbek genci… Karşılamağa gelen dostlarımız bizleri alıp kalacağımız otele götürüyorlar. . Sonra da akşam yemeğine bir Özbek dostumuzun evine gidiliyor. Yemekten sonra ev sahibi Doktor dostumuz müsaade edilirse 11-12 yaşlarındaki çocuğuna Kur’an okutmak istediğini söylüyor. Çocuk düzgün bir şekilde Fatiha süresini okuyor. Hepimiz maşallah diyoruz… Sonra otele dönüyoruz…
Sabah Namazı:
Akşam istirahata çekilmeden önce, sabah namazı için saat kararlaştırılıyor. Hepimiz bir odada toplanıp sabah namazını cemaatle kılıyoruz. Yolculuğumuz boyunca bu manevi disiplin devam ediyor… Cemaat şuuru içindeki bu beraberlikler hepimize ayrı bir huzur ve feyiz veriyor. Bu manevi disiplin içinde telaşsız fakat programlı, ayrıca temkinli, vakur, hoşgörülü tavırlara şahid oluyoruz. Böylece hem yolculuk kolaylaşıyor, hem de eğitiliyoruz…
Sabah namazlarından sonra biraz istirahat edip sonra yine odamızda hep beraber, Türkiye’den getirilen yiyeceklerle kahvaltımızı yapıyoruz. Burada otel içkili olduğu için oradan bir şey yiyip içmemeğe itina gösteriliyor… Sonra kendi kendimize yaptığımız bu kahvaltılar daha huzurlu oluyor…
ÇİMKENT/ 22 Eylül Salı
Çimkent, Taşkent’e 125 km. Ancak idare olarak Kazakistan’a bağlı. Cumhuriyetler arasında gidip gelmek şu anda serbest. Bizler kiralanan 2 araba ile sabah 10.00 civarında hareket edip Çimkent’e gidiyoruz. Şehrin girişinde bizi karşılıyorlar. Doğruca yeni yapılmakta olan bir camiyi ziyaret ediyoruz. Sanki Anadolu kasabalarından birinde, camı demeği mensubları ile beraberiz. Bir kaç fedakar insan oraya toplanmış, bir taraftan cami inşaatını tamamlamaya bir taraftan aşkla, şevkle bize izahat vermeğe çalışıyorlar. Cami büyükçe tutulmuş. Tamamlandığında etrafında büyükçe bir Kur’an kursu da olacak. 450. 000 nüfuslu Çımkent’te şu anda sadece 3 cami var. Fakat birden faaliyete başlamışlar, yeni camiler yeni kurslar açmak için…
İşte cami derneğinde Paşa Efendi heyecanla anlatıyor:
– Ben Ahıska Türklerindenim. Stalin zamanında ailece buraya sürüldük. Bir gece geldiler ve 6 saatte hazırlanın sizi götüreceğiz, dediler. Tabi hiç bir şeyimizi alamadık ve Çimkent’e geldik. Devamlı gidip imza veriyoruz, buradayız diye.. Öyle ki Taşkent’e bile gitmemiz yasak… Kısacası Çimkent dışına çıkamıyoruz. Çıkacak olsak 15 sene hapis.. Zor günler geçirdik.. Ama işler usul usul (yavaş yavaş) düzelecek. İşte yeni camiler yapıyoruz Yaptığımız camilere halk geliyor.. Fabrikalara gidip cami için yardım istiyoruz, veriyorlar. Vermeyenler de var tabii. Uşaklarımızı (çocuklarımızı) okutmağa başladık. Eskiden bir iş yeri açılırken komünistler çağrılırdı. Şimdi Mollalar (onlar hocalara molla diyorlar) geliyor, açıyor. Eskiden bir çocuğa Kur’an okutmak istesek Buhara’ya, Tacikistan’a gizlice gönderirdik. Şimdi elhamdülillah Türkiye’deki kurslarda sadece bizim buradan 31 çocuğumuz var
Paşa Efendi, bunları anlatırken hayli sevinçli ve heyecanlı. 15 yaşındaki torunu da Türkiye’de imiş. Rica ediyor:
– Aman torunum bir kaç sene orada kalsın. Hemen göndermesinler. Tam hoca olup öyle gelsin, bize burada lazım olacak diyor..
Muhibbullah Hoca, Paşa Efendi ve arkadaşları etrafımızda bir sevgi çemberi oluşturuyorlar adeta… Bize öyle yemeği ikram ediyorlar… Aksama kalmamız için ısrar ediyorlar…
Öğleden sonra şehrin Eski Camii’ne gidiyoruz. Orada da yine fedakar bir insan Şükrullah Efendi anlatıyor:
– Bu cami 120 yıl evvel yapılmış. Komünistler tek bu camiyi göstermelik olarak açık bırakdılar. Ama baskılardan dolayı ancak bir kaç ihtiyar buraya gelebiliyordu. Şimdi ise gördüğünüz gibi etrafını genişletiyoruz. Şu gördüğünüz kısımları bir “Dini ma’bed” haline getireceğiz. Çocuklarımız burada dini öğrenecekler…
Şükrullah Efendinin gösterdiği yerler caminin önünde sağda ve solda uzanmış bölümler. Henüz inşa halinde. Ancak bir taraftan da muhtelif amaçlı tedrisata başlamışlar. Bizim orada bulunduğumuz sırada bir Hoca Hanım’ın nezaretinde 30-40 kız çocuğu İslamî kıyafet içinde Kur’an öğreniyorlardı..
Kısaca yokluklar içinde cami ile Kur’an ile bir İslam hizmeti başlamış. Yürekten desteklenecek, yardım edilecek güzel bir gayret…
Bütün bu gördüklerimiz ümitlerimizi artırarak, aksama yakın tekrar Taşkent’e dönüyoruz.. Yolda bir kaç yerde; yeni yeni; şahsî kavun ve karpuzlarını satmağa çalışan köylüler.. Onlar için büyük bir ticaret.. Daha sonra bir yerde anlatmışlardı.. Üzüm bağlarında, salkımlar daha yeşilken, idareciler gelip salkımları sayıyor, zapt tutuyor. Sonra da tam eksiksiz olarak köylüden teslimini istiyormuş. Üzümler çürüse bile sayıyı tamamlamak için salkımın sapını koymaya mecburlarmış… Şimdi ise kendi evlerinin bahçelerinde yetiştirdikleri bir kaç kavun ve karpuzu, kendileri satabiliyorlar..
Taşkent / 23 Eylül Çarşamba
Bu günün tamamı Taşkent’te geçecek.. Sabah erken otelden çıkıyoruz. Şehri dolaşmak istiyoruz. Taşkent düz bir araziye kurulmuş. Caddeler gayet geniş. Genellikle cadde kenarlan ağaçlandırılmış. Havası sanki İstanbul’u andırıyor. Günlük güneşlik ılık bir hava… Caddelerde bizdeki kalabalıklar ve trafik sıkışıklığı yok. Şehir içi taşımacılığı hem metro, hem tramvay, hemde belediye otobüsleriyle yapılıyor.. Duraklarda toplanan kadın-erkek gurupları, ora insanları hakkında genel bir fikir veriyor.. Kadın kıyafetleri frapan ve müstehcen olmaktan uzak gayet ciddi, umumiyetle uzun ve pileli etek tarzında bol giyiniyorlar.. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde gördüğümüz şımarık, uygunsuz hal ve davranışlar kılık ve kıyafet buralarda görülmüyor. Sakin, ciddi bir hayatları var..
Önce eski Taşkent dedikleri, “Maveraünnehir Müslümanları Dini îdaresi”nin de bulunduğu bölgeye gidiyoruz. Bu idarenin basında bulunan ve Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmak üzere cumhuriyetin din işlerini tedvirle görevli baş müfti Muhammed Sadık Efendi’yi makamında ziyaret ediyoruz. Müftî Efendi 45 yaşlarında vakur, olgun, tedbirli ve sükuti bir insan. Ana hatlarıyla bize faaliyetleri hakkında bilgi veriyor.. Yeni çalışmalarını anlatıyor. Özellikle îndican, Nemengan ve Fergana bölgelerinde Kur’an öğretimi hizmetlerinin iyi bir seviyede olduğunu bildiriyor. Taşkent’in içinde cami ve mescitleri tespit çalışmalarının devam ettiğini anlatıyor.. Müfti Efendi seçimle işbaşına gelmiş. Vazifeye başlıyalı 3 sene olmuş. Sonra gezdiğimiz vilayetlerdeki Din hizmetleri, imam Hatip ve Muallimlerin kendisi hakkında güzel şahadetlerine muttali olduk. Çok zor ve güç şartlar içinde; hizmet etmek isteyen bir insan. İnşaallah muvaffak olur…
Müfti Efendi, yanımıza bir görevli veriyor. Bu görevli müfitliğin bulunduğu binanın hemen karşısında bulunan müy-i mübarek binasını gezdirecek. Müy-i mübarek, bizdeki Sakal-ı şerifin karşılığı olsa gerek. Bizdeki Hırka-i Şerif camii gibi, Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin mübarek saç ve sakalı için kadîm, özel bir bina yaptırılmış. Ancak görevli Burhaneddin Efendi’nin bildirdiğine göre Ruslar zamanında bu saçlar çalınmış.. Şimdi binada iki büyük emanet var.. Birisi Hz. Osman tarafından çoğaltılan Kur’an’ların bir nüshası, bina içindeki özel bir odada muhafaza ediliyor. Normal ziyaretçilere dışarıda fotokopisini gösteriyorlar. Bizlere odayı açtılar ve ziyaret ettik. Diğeri de büyük çoğunluğu yazma olan kütüphane.. Bu kütüphanede hayli zengin hem matbu, hem yazma kaynak eserler var..
Burhaneddin Efendi, medrese mezunu bir genç, bize Türkiye’deki îsîamî gelişmeleri soruyor. Biz bu gelişmelerin güzel yönlerini anlatırken de araya giriyor:
– Televizyonunuz seyredilecek gibi değil..
Gerçekten Orta Asya’ya yayın yapan Avrasya televizyonu ora insanı ta-rafından beğenilmiyor. Türkiye’deki şikayetlerin daha fazlasını Özbekistan halkı yapıyor… Onlar bizden manevi heyecanlar beklerken bizim onlara sunabildiğimiz seviyesiz ve hafif programlar..
Gene de biz Burhaneddin Efendi’yi ikna etmeğe çalışıyoruz.
Aynı bahçe içinde tarihi “Tılla Şeyh Mescidi” bulunuyor. Öğlen namazlarım orada kılıyoruz.. Namaz tertipleri tam Türkiye’deki gibi. Önce 4 rekat ilk sünnet kılınıyor. Sonra Farz, sonra son sünnet ve teşbihleri de İmam Efendi çektirtiyor.. Caminin içi temiz.. Cemaat umumiyetle orta yaşlılardan oluşuyor.. Ancak saflar arasında gençlerde ışık veriyor..
Öğleden sonra, çarşıya uğrayalım istiyoruz… Bizdeki gibi oluşmuş çarşılar yok tabii.. Şehrin belirli yerlerinde bizdeki Sümer bank tipi büyük mağazalar var.. Bunların içinde bölüm bölüm her şey var.. insanlar girip çıkıyorlar.. Ancak reyonlarda zevkli ve kaliteli bir şey bulmak mümkün olmuyor.. Zaten orada reklam da yasak olduğu için müşteri zihninde bir şeyle alışverişe gitmiyor.. Gittiği yerde ne bulursa ondan seçmek zorunda… Tabii bu, oradaki sistemin bir tercihi… Bu sebeple de gerek gittiğimiz evlerde gerekse halkın giyiminde lüks ve israf değil bir sadelik görülüyor…
Gelecek Sayı:
Nemengân,Semerkent Buhârâ