Altınoluk Dergisi, 2022 – Ekim, Sayı: 440
İnsan yaşadığı dünya ile ilişkilerini önce gözleri ile kurar, sonrasında, duyduğu, kokladığı, dokunduğu, tattığı her şeyle dış dünyası ile ilgili bilgiler edinir, bilgileri artıkça dış dünya ile ilgili yeni sorular sormaya başlar. Bilgilenmesi, sorularının cevaplarını almaya başlamasını müteakip, belirli bir fikri olgunluğa erişince varlıkla ilgili soruları başlar. Niçin yaratıldık? Bizi kim yarattı? Kaçınılmaz bir son olan ölüm ile sona eren hayatın sonrasında ne olacak? İnsan bu ve benzeri sorulara aklı ile cevaplar bulmaya çalışsa da tatmin edici cevaplar için sadece aklın yetmeyeceği de bir gerçektir. Bütün yaratıklar içinde insanı hem mükerrem hem de mükellef bir varlık olarak yaratan Yüce Yaratıcı rahmetinin eseri olarak; insan nesli arasından ilahi elçiler seçip göndermek suretiyle, beş duyunun ve aklın sınırlı kapasitesi ile elde edilemeyecek, anlaşılamayacak bilgileri vahiy yoluyla insanlara aktarmış böylelikle, insanın kendi hakikatini, şu âlemdeki varoluş hikmetini ve ölümle biten fiziki varlığının daha ötesini insana bildirmiştir.
Bu bilgilerin insanda toplandığı ve hikmete dönüştüğü merkez kalb olarak isimlendirilen manevî bir lâtifedir. Peygamberlerin getirdiği hakikati kabul eden kalbler, mü’min sıfatını alırken, bu hakikatlere karşı direnen, bu hakikatleri kabul etmeyen kalbler ise inkâr karanlığında kalır. Bütün peygamberler öncelikle insanın asıl hakikati ve özü olarak ifâde edilen kalbe hitab eder. Çünkü insanın hayatı Allah’ın elçileri vasıtasıyla insanlara gönderdiği bilgileri ve hakikatları kalbinin kabulü veya inkarına göre şekillenir. Vahiyle bildirilen hakikatlerle buluşup mü’min sıfatını alan kalbler hayatı bir türlü şekillendirirken, bu hakikatleri inkâr eden kalbler ise hayatı bir başka türlü şekillendirir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim insandaki kalbî farklılıkları, bu farklılıklarında hayatı nasıl şekillendirdiğini muhtelif âyet-i kerimelerle beyan ediyor. Büsbütün münkir kalbler vardır. Bunların ana özelliği kibirdir. (Nahl, 22) Hasta kalbler vardır, bunun sebebi münafıklıktır (Bakara, 10), iradeleri sebebi ile mühürlü kalbler vardır ki mührünü kırıp îmana bir kapı açamazlar (Bakara, 6), verdikleri sözleri bozmaları sebebi ile la’netlenmiş, katı kalbler vardır ki ilâhî kelimeleri yerlerinden değiştirir (Maide, 13), perdelenmiş kalbler vardır ki her türlü mucizeyi görse de inanmazlar (En’am, 25), şüphe içinde yüzen kalbler vardır, o da Allah’a ve ahiret gününe inanmaz (Tevbe, 45), gâfil kalbler vardır ki, Rabden gelen her öğütle alay eder (Enbiya, 3) ve paslanmış kalbler vardır ki bunlar da Allah’ın âyetleri okunduğunda -hâşâ- eskilerin masalları iddiasında bulunurlar (Mutaffifîn, 13).
Bunlara mukabil de Kitab-ı Kerimimizde Allah zikredildiğinde ürperen kalbler (Enfâl, 2), Allah’ı dâima zikir halinde mutmain (huzura ermiş) kalb (Ra’d, 28), Allah’ın şeairine tazim sebebi ile takva merkezi kalb (Hac, 32), Allah’ı zikretmekten ve inen Hak’tan dolayı saygı ile ürperen kalbler (Hadid, 16) zikredilir.
Yüce Rabbimizin bütün insanlık için en büyük bir ikramı olan Sevgili -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de risâletinin hikmeti öncelikle ulûhiyyet, risâlet, kıyamet, ilâhî kitaplar, melekler ve kader gibi ilahi hakikatlerin kalbî tasdikidir. Bu tasdik neticesinde kulun îmanla buluşması ve sonrasında kalblerin ibâdet ve muâmelatla hayatiyet kazanması ve yüce bir ahlâk kazandırarak müminin hayatını tanzim etmesi beklenir.
Din-i mübin-i İslâm’ın insanlığa kazandırdığı bütün güzelliklerin devamı ancak kalbin salâhına ve korunmasına bağlı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün güzelliklerde olduğu gibi kalblerin korunması hususunda da hem uyarıları hem mübârek duâları ile ümmetine emsalsiz bir örnektir.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Bazan kalbimin perdelendiği olur. Ama ben Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum.” (Müslim, Zikir 41)
Şekel İbni Humeyd -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
-Yâ Rasûlallah! Bana bir dua öğret! dedim. Bunun üzerine bana:
-“Allâhümme innî eûzü bike min şerri sem‘î ve min şerri basarî ve min şerri lisânî ve min şerri kalbî ve min şerri meniyyî; Allahım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım, de” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74)
Kalbin şerri, gönlü Allah ile ve dinin buyruklarıyla meşgul edecek yerde Allah’dan uzaklaştıracak işlerle oyalanması, onu kibir, gösteriş (riyâ), kin ve nefret gibi fena duygularla beslemesidir.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- kalbin ma’nevî sağlığının korunmasının çok önemli olduğunu hatırlatır ve:
-“Şunu bilin ki insan vücûdunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücûd iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücûd bozulur. İşte o et parçası kalbdir.” buyurur. (Buhari, Îman) Bu sağlığı koruyabilmek için:
- Kalbin helâl lokma ile beslenmesi şarttır. Zira kalbin iyiyi kötüyü, şüpheli ile yasak olanı ayırt edebilmesi buna bağlıdır. Haram lokma ile beslenen kalb zamanla saflığını yitirerek bulanır, hatta zamanla kararmaya başlar.
- İşlenen her günah kalbde siyah noktalar meydana getirir. Noktalar çoğaldığında kalb tamamen siyahlaşır ve iyi ile kötüyü ayırma görevini yapamaz.
Günah ile lekelenmemiş kalbin iyiyi kötüden ayırma özelliğini Peygamber aleyhisselâm şöyle açıklıyor:
“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen bırakıp tövbe ve istiğfar ederse, kalbi eski parlaklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve kalbini büsbütün kaplar. Bu siyah noktalar, Allah Teâlâ’nın ‘hayır hayır, onların işlediği günahlar kablerini paslandırıp körletmiştir.’ (Mutaffifin 14) diye belirttiği pastır.” (İbni Mâce, Zühd 29; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 297)
- Kalbin sağlığını koruyacak, hasta kalbleri iyileştirecek en önemli husus ise kalbi, zikr-i ilâhi ile beslemektir. “Unutmayın ki, kalbler, Allah’ı anarak huzura kavuşur.” (Rad, 28) buyrulmuştur. Allah Teâlâ’nın yapmamızı istediği her ibadet, kalbin sağlığını korumak için emredilmiştir. Allah adıyla dirilip can bulan bir kalb, vücut ülkesinin yegâne sultanı olduğu için, emri altındaki bütün varlıklara, yani ellere, ayaklara, dillere, dudaklara, gözlere, kulaklara isabetli emirler verir; başarılı bir hükümdar olur.
Allah Rasûlü Efendimiz’in sıkça yaptığı dua ise özellikle günümüzün mü’minlerinin de dillerinden düşürmeyeceği bir dua olmalıdır.
يَا مُقَلِّبَ القُلُوبِ ثَبِّت قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
“Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalblerimizi dininden ayırma.”
Efendimizin’in hizmetkarı Enes b. Mâlik O’nun böyle dua ettiğini duyunca:
-“Yâ Rasûlallah! Biz sana ve senin getirdiğin dine inandık. Bizim îmanımızın değişeceğinden mi korkuyorsunuz?” diye sordu. O zaman Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
-“Kalbler Allâh’ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği gibi evirip çevirir.” buyurdu. Tirmizî, Kader 7)
Mu’cizat-ı Ahmed’e kıl i’timâd
Ver salât eyle Habîbullah’ı yâd…