Altınoluk Dergisi, 2021– Temmuz, Sayı: 425
Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin yirmi üç yıllık peygamberlik hayatını nakleden kaynaklar bu mübarek hayatı Mekke ve Medine dönemi olarak iki ana başlıkta zikrederler. Risaletin Mekke dönemi “Oku!” ilâhî hitabı ile başlar. Allah’ın Rasulü câhiliyye toplumuna sadece Yüce Yaratıcının kendisine vahyettiği ilâhî hakikatleri tebliğ etmiş, Mekke dağlarının taşlarından daha sert ve katı yürekler Kur’an ayetlerini dinledikçe yeni bir akide, yeni bir hayat anlayışı ile buluşmuştur. Allah Rasûlü’nü öldürmek niyeti ile yola çıkan insanın yeni bir iman dünyası ile buluşup yepyeni farklı bir insan olması dinlediği Kur’an ayetlerinin tesiri ile olduğu gibi, Yüce Rasûlullah’ı Mekke toplumu adına ikna için gelenlere de Efendimiz (s.a.s.) mukabeleyi yine sadece Kur’an ayetleri ile yapmıştı. Çünkü Cenâb-ı Hak Habibine bu yolu emretmekte idi:
“De ki: Bana ancak bu beldenin (Mekke’nin) onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yapmam emredildi. Ve yine bana Müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi. Artık kim doğru yola girerse kendisi için girer, kim de doğru yoldan saparsa; de ki: ben ancak uyarıcılardanım.” (Neml, 91-92)
“Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz, sen onlara karşı bir zorba değilsin sen benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an’la öğüt ver.” (Kaf, 45)
Bir keresinde Allah Rasûlü Efendimizin Harem-i Şerif‘te yalnız oturduğunu gören Kureyş ileri gelenleri acaba bu davetinden onu vazgeçirebilir miyiz diye aralarında konuştular. Utbe bin Rebia:
“-Arkadaşlar! Müsaade etseniz ben gitsem, tenhaca kendisi ile sizler adına görüşsem. Mümkün ki o söylediklerinin bazılarından vazgeçer, biz de kurtulmuş oluruz.” der. Teklifi uygun görülen Utbe kalkıp Efendimizin yanına gider ve Kureyş’in daha önce Zât-ı Risalete sunduğu bütün teklifleri tekrarlar. Efendimiz muhatabının sözünü kesmez, büyük bir vakar ve sükûnetle onu dinledikten sonra:
“- Sözünüz bitti mi?” buyurur.
“- Evet” cevabını alınca da:
“- Şimdi sen beni dinle!” diyerek önce besmele çeker sonra da Fussilet Suresi‘ni okumaya başlar. Utbe’nin dinledikçe şaşkınlığı artar, Nebi Ekrem Efendimiz: “Yüz çevirirlerse, de ki sizi Âd ve Semud’un şiddetli azabı gibi bir azap ile korkutuyorum” mealindeki 13. ayeti okuyunca Utbe büyük bir telaşla: “Merhamet et ya Muhammed” diyerek elini Rasûlullah Efendimizin mübarek ağızlarına götürür. Efendimiz ise okumaya devam eder ve mübarek suredeki secde ayetine kadar gelir. Sonra kalkar secde eder. Secde ettikten sonra:
“- İşittin mi Ey EbaVelid! İşte sen ve işte Allah’ın kelamı” buyurur.
Allah’ın Rasûlü davetine karşı çıkanları yüce Rabbin kelamı Kur’an ile İslam’a davet etmiş, bu daveti kabul edenlere ise hem Kur’an ayetlerini okumaya devam ederek ayeti kerimelerin nuru ile onları tezkiye etmiş, onları hikmetle buluşturmuştu. Böylece sonraki bütün çağlara, Allah ve Rasûlü’nün davetine icabet etmiş, mal ve canlarını bu uğurda seve seve feda ederek cennete talip olmuş bir Kur’an ve Asr-ı Saadet nesli teşekkül etmiştir.
Risaletin Medine dönemi ise Allah Rasûlü’nün bu ilk nesilden seçip gönderdiği Kur’an muallimi elçilerle başlamıştır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hazreti Mus’ab radıyallahu anh’ın İslam’a hazırladığı Medine’yi Münevvere’ye yâr-ı gârı (mağara arkadaşı) Sıddık dostu ile teşriflerindeki ilk hatırlatması yine Kur’an›la buluşmak üzerinedir. Kuba’da Ranuna Vadisi’ndeki Peygamber hutbesinin ilk mesajı sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır:
“Kimin kalbini Allah Kur’an’la süslemiş, onu kâfir iken İslam’a ulaştırmış ise, o da Kur’an’ı diğer sözlere tercih eylemiş ise işte o kimse kurtuluşa ermiştir. Doğrusu Allah’ın kitabı sözlerin en güzeli ve en beliğîdir. Öyleyse Allah’ın sevdiğini seviniz, Allah’ı canı gönülden seviniz, Allah’ın kelâmından ve onu zikirden usanmayınız.
Allah’ın kelâmından ona karşı kalbinize bir katılık gelmesin, zira Allah kelamı Kur’an her şeyin en yücesini ayırıp seçer, hangi amelin en hayırlı olduğunu, kulların güzidesi (en seçkin olan) peygamberleri ve kıssaların iyisini hatırlatır. Helal ve haramı açıklar, artık Allah’a ibadet ediniz, aranızda Allah kelamı ile sevişiniz.”
Ashâb-ı Kiram efendilerimiz -Allah onlardan razı olsun- bütün hayat ölçülerini bu nebevi hatırlatmalar çerçevesinde tanzim etmişler, yeni inen her ayeti “gökten ikram edilen bir ilâhî sofra” olarak telakki edip bir taraftan kendi hayatlarını bu ölçülere göre tanzim ederken bu ilahi kelamın bir vârisi sıfatlarıyla da yeryüzünde Kur’an elçileri olmuşlardır. Ayet-i kerime’de: “Sonra biz o kitâbı (Kur’an’ı) kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Muhammed ümmetine miras olarak verdik. Onlardan kendilerine zulmedenler vardır, onlardan ortada olanlar vardır, yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.” (Fatır, 32) buyrularak Ümmet-i Muhammed’in Kur’an ilişkisine göre farklı mertebeleri beyan edilir. Elmalılı Hamdi Yazır rahmetullahi aleyh ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak özetle şunları beyan eder:
“Sonra da Kur’an’ı kullarımızdan seçtiğimiz seçkinlere miras kıldık, senden sonra ümmetin olan kullarımız içinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona vâris kıldık, böylece Muhammed ümmeti en ileri, en süzme ümmet olduğu gibi onlar içinde de en seçkinleri Kur’an’ı ezberleyen kimseler olarak peygambere vâris olan bilginlerdir. Onlar içinden de kimisi nefsine zulmeder; kitaba vârisi olduğu halde gereği gibi okuyup amel etmez. Kimi de muktesit, orta yoldadır, kâh amel eder, kâh etmez. Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gider. Hayırlarda öne geçer, önder, reis, başkan olur; işte onlar Naim cennetlerindedirler.”
Mü’min olan anne baba ve onların oluşturduğu topluma düşen asıl görev bu ümmetin gerçek istikbalini inşa için, önce hayır öncüleri sıfatı ile Kur’an’a vâris olmak, sonra da bu verâseti taşıyacak öncü nesillerin inşâsı için her türlü gayret ve fedakârlığı ortaya koymaktır.