Altınoluk Dergisi, 1999– Ağustos, Sayı: 162
Allah Teâlâ, sonsuz rahmetinin tecellisiyle en sevgili kulunu son peygamber olarak bütün insanlığa bir Nûr-i hüdâ; hidâyet nûru olarak gönderdi. Sonraki çağlara o kudsî nûrun ışığını taşıyıp, gönülleri onunla yoğuran Altın halkanın yıldızları ise kimi rehnümâ (yol gösterici), kimi pişûvâ (rehber), kimi Nûr-i itilâ (yükselme nuru), kimi pür-ziya, kimi Kutbu evliya olarak irşâd tarihinin ebedî simaları oldular.
Muhammediyyü’l meşreb ve bî-sıfât olarak, her mümtaz vasfı şahsında toplayan Musâ Efendi -kuddise sirruh- ise sonsuzluk kervanının ışığı asrımızı aydınlatan Sahibü’l vefâsı idi.
Sadece hayatımızdan değil, neredeyse lügatlarımızdan kaybolan ve İstanbul’da bir semt ismi olarak kalan Vefâ duygusu onunla yeniden hayat buldu.
Kul olarak vefâlıydı. İnsan “elest bezmi”nde, “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusuna “Belâ=Evet” sözüyle cevap vermiştir. Dünyaya geliş bu sözün bedelini ödemek içindir. Ne var ki, kimi insan bir ömrü nasıl yaratıldığını idrâk etmeden Rabbına hasım olarak geçirir, kendine yazık eder. Kimi orta yoldan gider, kimi ise elest bezmindeki o söze vefâ gösterip hayatı ubudiyyet yarışında tamamlar. İşte bu, kulluğun kemâli demektir. Merhûm Üstaz herşeyden önce bu kemâl halindeki kulluk üzerinde dururlardı. Kulun; ulu çınarlar yani Hak dostları gibi masivâya gönlünü kaptırmadan Kur’ân-ı Kerîm ahkâmına ve ruhâniyetine sarılmasını, sünnet-i seniyyeye tam ittiba ile gönül vermesini, evradlarının ulviliğini idrak ile onlara itinâ ile devam etmesini öğütler, bunun neticesinde Hakk’ın inayetiyle ihlâsının, yakîn halinin artacağını ve tam manasıyla istikamet ehli olacağını bu istikametin istikrarlı bir hal alması neticesinde ise gönlün başta mal, nefis, dünya ve baş olma sevdası olmak üzere Hakk’tan başka bütün sevgilerden vazgeçerek Rabbü’l Aleminin sevgisine ulaşacağını beyân ederlerdi.
Bütün hareketlerinde kendilerini görenlerin hayranı oldukları tam bir huzur ve edeb hali görülürdü. “Nerede bulunursanız bulunun, Allah sizinle beraberdir.” âyetini sık sık tekrarladıkları için başta ibadetleri olmak üzere tüm hayatı tam bir ihsan duygusu yani ilâhî müşahede altında olduğunun idrâk, edep ve huzuru içinde idiler. Kulluğun Rabbe ait, cemiyete ait, hayvanata hatta nebatata ait bütün icablarını nefsinde kemal halinde tatbik ederlerdi. Özellikle yakınları yolculuklarda bir tam günün neredeyse yirmi saatini beraber geçirirler ve bu uzun müddette çok farklı haller karşısında bile bir an olsun bu edep ve huzur halinin değiştiğini göremezlerdi. Devamlı abdestli olmaya itina ederlerdi. Öyle ki son zamanlarına kadar bazı geceler zor şartlara rağmen çok kısa aralıklarla gerektiği her defasında tekrar tekrar abdest tazelediklerine şahidiz. Ulaştıkları marifet-i ilâhinin tecellisi olarak Cenâb-ı Hakk’a karşı son derece tazimli ve huşû içinde idiler. İbadetlerin de bu tazim ve huşû halinde ifâsını isterler ve “İbadet insanı cennete götürür, tazimli ibadet ise insanı Allah’a yaklaştırır.” buyururlardı. Bu sebeple yakınları hiçbir namazını sanki yasak savar gibi aceleye getirdiğini görmemişti. Hakk’a yakınlıkları sebebiyle namaza çok itina ederlerdi. Oturarak namaz kılma mecburiyetleri devam edince yakınlarına “Şu anda en çok secdenin hasreti içindeyim. Ah! Rabbim sıhhat verse de namazımı secde ederek kılabilsem” diye tahassürlerini ifade etmişlerdi. İbadetlerdeki bu tazimin yanında hususiyle helal ve haram mevzularında çok titizdiler. Ancak helal lokmanın ibadetlerdeki huşûa zemin teşkil edebileceğini ifâde ederlerdi.
***
Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimize vefâsı bir başka idi. Uzun yıllar devam eden Medine günlerinde çoğunlukla teheccüd namazı ile birlikte Mescid-i Nebevi’de bulunurlar, yine büyük bir huzur ve edeple gül rayihaları içinde türbey-i saadeti ziyaret ederlerdi. Türbey-i saadet bekçileri ziyaretçilerin bir çoğuna müdahale ettikleri hatta zaman zaman sert davrandıkları halde Üstazın huzur u Resûlullah’taki o derin, müeddeb ve sükûti halinin tesiri altında kalırlardı. Ziyaretlerinin akabinde teheccüd namazı kılarlar, sonra sabah namazına kadar zikir ve murakabe halinde beklerlerdi. Sıhhatli zamanlarında sabah namazından sonra da kuşluk vaktine kadar tam bir huzur içerisinde Harem-i şerif’te kalırlardı. Nasiyesindeki ruhâniyet gelip geçen cemaatin dikkatini celbederdi. Günlük programlarının ilk üç saatlik bölümü seher vaktinde başlayan Harem-i şerif hayatı idi. Harem-i şerifte, Onun civarında oturanlar Hazret-i Peygamberin manevi ikliminden o Allah dostunun gönül inikasıyla kendilerine akıp gelen feyiz şebnemleri ile mütelezziz olurlardı. O mübarek mescidde bulundukları müddetçe o makamın gerektirdiği bütün edep inceliklerine uyarlar, etrafının da bu inceliklere riayet etmelerini arzu ederlerdi.
Efendimize gerçek vefânın O’nun sünnetine tam sarılmak olduğunu, bu sünnetin de şeklî hususlarla birlikte kalbî hayat ve tefekkürümüze aksetmesinin mecburiyetini ifâde ederlerdi. Her mü’minde özellikle maneviyat yolcularında Allah Rasülünün yüce ahlakıyla ahlaklanmak suretiyle bütün davranışlarında mümtaz bir edebin, zarafetin, nezaketin, hürmetin, i’sarın, affetmenin ve derin bir gönül hassasiyetinin bulunması lüzumunu ifade ederlerdi.
***
Sahabi hayatına ayrı bir önem verirlerdi. Evlatlarına sık sık sahabe menakıbını okurlardı. Mürşid-i ekmeli M. Sami Efendi -kuddise sirruh-?un Ashab-ı kirâm hazeratıyla ilgili yazdığı eserlerin çok okunmasını arzu eder, seyr ü sülükün sonunda varılacak nihâi merhalenin ashab hayatı olması gerektiğini anlatırlardı. Manevi yola yeni girenlerin ehlullahın keşif ve kerametlerinden daha çok zevk aldıklarını, halbuki taklit edilecek asıl hayatın sahabe hayatı olduğunu, çünkü sahabenin doğrudan doğruya sadr-ı Nebevi’den nûr u Muhammediyi telakki ettiklerini ve o nurun hayatlarına ve istikametlerine verdiği manevi güçle dünyanın bir çok bölgesine İslâm’ın hidayetini taşıdıklarını belirtirlerdi.
***
Etrafındaki insanların en zevk aldıkları hususlardan biri de Üstaz’ın Kur’ân tilâvet ettiği bir anda onun yanında bulunmaktı. Kur’ân’ı mahfazasından çıkarıp ellerine alışları, sehpaya yerleştirmeleri, zarif parmaklarının ucuyla sahifeleri açıp tane tane büyük bir tefekkür ve edeple okuyuşları seyredenlerin hatıralarından silinmeyecek feyizli bir manzaraydı. Sanki camîd birer yaprak zannedilen sahifeler bu Allah dostunun elleri ve gözleriyle buluşunca bir başka vuslat olurdu. Çok okumayı değil, tedebbür ve tefekkürle namazda olduğu gibi huzur, huşû ve tazimle okunmasını arzu ederlerdi. İlmiyle amil salih hafızlara büyük saygı gösterir. Muhtelif vesilelerle onlara sevgi ve teveccühlerini ifade ederdi. Merhum Gönenli Hoca Efendi, Merhum Mahmud Bayram Hocaefendi, Merhum Ali Yakup Efendi ve Hafız Abdurrahman Hocaefendi ve emsalleri ince vefâ duygusuyla Üstaz’ın hürmet ve teveccühüne mazhar olanlardı. Bunlar ne derin ve ince vefâ duygularıdır.
***
Üstaz’ın bir başka vefâsı da ehlullah hazeratına gösterdiği sonsuz sevgi, bağlılık ve muhabbette ifadesini bulurdu. O gerçekten Allah’a ve O’nun dostlarına karşı uçsuz bucaksız bir sevgiyle doluydu. Ve Rabbine karşı bu sevgiyle tevessül ederdi. Tarihin belli bir kesitinde irşad merkezi olmuş ve kendi çağını aydınlatmış fakat zamanla tarihi bir hatıra olarak kitap sayfalarına gizlenmiş nice büyük veli, merhum Üstaz’ın rahlesinden ve onun dilinden çağımıza ayrı bir ruhâniyet ve ışık oldular. Hususiyle Ahmed-er-Rufai, İbrahim Dussûki, Muhammed Parisa temsil ettikleri şer’i hassasiyet sünnete bağlılık, Allah yolunda mal ve candan geçme, manevi yolun sırlarına vukuf ve daha nice yetiştirici, erdirici öğütleri ve heyecanlarıyla Üstaz’ın dilinden gönüllerde mekan tuttular. Dirilip yeniden çağımızın irşad ehli oldular. Bu ehlullah içinde Üstaz’ın en çok okuduğu ve okuttuğu Abdulkadir Geylani Hazretleri idi. O büyük velinin özellikle ancak kibar-ı ehlullahın az bir kısmının inceliklerini kavrayabildikleri kader, tevekkül, teslimiyet, ihlas, istikamet ve Hakk yolunda ciddi çalışmak hassâten kulun Rabbına karşı samimi olma mevzûlarında sarsıcı, korkutucu uyarı ve tembihleri mümkün ki Üstaz’ın ruh haliyle tam bir tevafuk halinde idi. Bu sebeple o zata karşı farklı bir muhabbet izhar ederlerdi.
***
Merhum Üstaz’ın 83 yıllık hayatında şüphesiz en önemli insan Üstaz-ı ekmelleri M. Sami -kuddise sirruh- idi. En önemli anlar da onunla buluştuğu, tanıştığı, onunla beraber yaşadığı günlerdi. Otuz yıla yaklaşan yakın beraberliklerinde o büyük veliye hep bir Sıddiyk teslimiyeti ile bağlı kalmış, hayata ve hâdiselere hep onun ölçüleri ve gözüyle bakmaya itina göstermişti. Onun “Üstazımız” derken yanında bulunanlar o derin muhabbet ve bağlılığın dışa yansıyan akislerini hissederlerdi. Yoksa o iki Allah dostu arasındaki sonsuz muhabbet okyanusuna dalmaya kim cesaret edebilirdi! Üstadlarının 1984’de Medine-i Münevvere’de vefatlarından sonra aynı muhabbet ve alaka daha da artarak devam etmiş ve onun devlethanesinde ehli beytinde merkezileşmişti. Belki de o büyük Allah dostunu gerçekten sahibü’l vefâ yapan, hayatının sonuna kadar devam eden bu büyük ilgi idi. Üstazının vefatlarından sonra bir vefâ borcu olarak her sene 12 Şubat’ta Medine-i Münevvere’de bir hatim merasimi tertip edilir, bu merasime muhtelif ülkelerden başta salih ricâl olmak üzere binlerce insan, Anadolu’dan ve sevenlerinin bulunduğu diğer beldelerden okunan onbinlerce hatm-i şeriflerle katılırdı. Kendilerinin hizmete muhtaç oldukları son hastalıklı yıllarında bile hasta yataklarından bizzat kendileri tarafından hazırlatılıp Medine’ye ulaştırılan vefâ tezahürleri her halde gelecek nesillerin kalplerini dokuyacak birer ehlullah menkibesi olacaktır. Bu vefânın bir başka ifadesi onun notları arasında çıkmıştı:
“Her verdiğim sadakayı Üstazımın, babamın, annemin ruhlarına hediye ettim. Babamın, annemin ruhlarına her gün sabah namazından sonra bir Fatihây-ı şerife, üç ihlas-ı şerif okudum. Son günlerimi yaşadığımı tahmin ediyorum. Koca uzun bir ömür boş emellerle geçti. Allah’ın kullarını, hepsini ittikalarına göre sevdim. Günahkarlara da buğzetmek hatırıma gelmedi. Onlara acıdım, felahları için dua ettim. Aleni din düşmanlarına adavet ettim.”
Üstaz son nefesine kadar hep o büyük Allah dostuyla beraber yaşamış ve son nefesinde tıpkı O olmuştu. Evet tıpkı O.. Sami Efendi… Hayata gözlerini yumduğu andan birkaç dakika sonra başta muhterem mahdumları olmak üzere yüzündeki örtüyü kaldırıp, onun simasına bakan birkaç yakini hayret ki onu Sami Efendinin tecessüm etmiş hali olarak müşahede ettiler. Tam bir akisleşme, insibağ (boyanma), aynileşme ve fiziki tahavvüle şahid olmuşlardı. Belki de gerçek tasavvuf bu. Nur u Muhammedi’den ışık taşıyan örnek şahsiyetle aynileşmek. Gönül olarak aynileşmek, heyecan olarak, ideal olarak aynileşmek, hizmet, i’sar, fedakarlık, vefâ, edep, tazim olarak kısaca bir hayat tarzı olarak aynileşmek. Tıpkı O’nun gibi olmak ve bu saf oluşun hiç bozulmadan nesiller boyu devamı.
***
Kendilerinden sadece birkaç yaş büyük olan, pederlerinin son hanımına yani cici annelerine bir peder hatırası olarak “Validem” diye gösterdikleri ancak çok az öz evladın gösterebileceği yakın ilgi ve hürmetten daha ötede idi. 50 sene evvel mahdumlarına candan hizmet eden ve sonra adresini kaybettikleri hemşire hanımın gazete ilanıyla bulunmasını istemişlerdi. Araştırmalar sonunda hemşire hanımın bir huzurevinde yaşadığı öğrenildi. Gidip ziyaret edilerek kendisine teşekkür edildi. Bu da yılların eskitemediği bir vefâ idi. Kendisine küçük hizmetler sunan torunlarına, gelinlerine ve diğer yakınlarına bu hizmetlere minnettarlığının ifadesi olarak sergiledikleri âli cenaplıklar, kendisini ameliyat eden doktorlarına, sonraki senelerin aynı gününde yıllarca devam eden teşekkür ve armağanları, kendisinden evvel ahirete göçen dostlarına, Yol arkadaşlarına, ülkeye hizmet eden güzel insanlara, hizmet erlerine ayrı ayrı, isim isim gönderdikleri Fatihalar gönüllerde hep unutulmaz vefâ örnekleri olacak.
Onun ince vefâsıyla Ümmet nice farz-ı kifâye mesuliyetlerinden kurtuluyordu. Hizmetleri unutulan devlet adamlarına açılan gönül, Hakk’ı söylediği için mazlum olarak hapiste çürüyen hizmet ehlinin perişan ailelerine, ihtiyara, kimsesize, yetime uzanan el, müslümanın derdini dile getiren bir kalemi, kendi sokağımızda veya dünyanın neresinde olursa olsun, müslüman yüreğinin ilgisini bekleyen hizmeti, gayreti görebilen bir göz olarak ümmet için farz-ı ayın diye yapılması gereken her güzel amelin, hayrın ve vefânın öncüsü O büyük Allah dostu olmuştu.
Bir ömür,
Allah ve Rasulüne duyulan sonsuz bir aşk
Allah dostlarına adanan ihlaslı bir hizmet
Aleni din düşmanları hariç ama günahkarlar dahil Allah’ın bütün mahlukatına gösterilen engin bir şefkatin tezahürü infak, ikram, tebessüm ve dua ile bir insan-ı kâmil olarak tamamlandı.
O, elest bezmindeki “Belâ=Evet” sözünde durdu. Ahdinde vefâ gösterdi, Sahibü’l vefâ oldu. Ve inşaallah duaları kabul olup “yüz akı”yla Rabbine kavuştu. Şimdi vefâ sırası O’nu sevenlerde. Evlatlık, sevgi ve kulluk imtihanı devam ediyor..
Her günümüz O Allah dostuna okunan bir Fatiha ile başlamalı.
“Emanet” i Işığımız olarak; “İhlaslı, müstakim, zeki, nazik, nezih, edepli, mahviyetli, fedakar, dirayetli, sehavetli, merhametli, herkesle geçimli hulasa tam manasıyla ahlak-ı hamide sahibi” kâmil insan olmak ve bu örnek insanı bir toplum projesi olarak sunmak için hizmet, gayret, samimiyet ve vefâ sırası bizde…
Rûhû muazzezleri şâd olsun…
Makamları alây-ı illiyyîn… Amin…
Hastalığı Sırasındaki Sözlerinden
Muhterem Musa Topbaş Efendi hazretlerinin ömrünün son demlerinde hasta yatağında arasıra gözünü açıp yakınlarıyla gözgöze geldiği anlarda dudaklarından dökülen bazı sözleri;
-Ömrüm boyunca hep Allah’a (c.c) kul olmaya çalıştım. Mümine yakışan kaliteli kul olmasıdır.
-Her şey boş; Allah’a kulluktan başka…
-İhvanı hep sevdim. İhvanın kıymetini bilmek lazım. İhvan demek Allah’ı seven kul demek.
-Ömrüm hep ağlamakla geçti…
-Bütün mahlukatı sevdim. Hayvanatı nebatatı sevdim. Herşeyi, herkesi sevdim. Bir insan yanlış söylese de onu yine sevmek lazım. Allah (c.c) düşmanları müstesna, onlar sevilmez.
-Allah ömür verirse tam bir kulluk yapmak isterim. Gaye; kulluğun her hususta tam yapılması illa rızasına uygn kul olmak…
-İhvanın sükûtu da sohbettir.
-Anadoludan gelenlere hizmet edelim. Sıhhatim olsa ben de hizmet etmek isterim.
-Hizmetle yorulan hizmetle dinlenir.
-Merhamet her şeyin başıdır.
-Ariflerin abdest alma adabının sonunda suyun az kullanılması tavsiye edilir. İsraftan herkes ve her seviyedeki insan kaçınmalıdır.
-Dünya da boş ukba da boş; illa Cenab-ı Hakkın rızası…