Altınoluk Dergisi, 1988 – Kasim, Sayı: 033, Sayfa: 034
Her işte usul, vuslatın anahtarıdır. Vasıl olamayış, usulü bilmeyiştendir. Yani vusulsüzlük; usulsüzlüktendir. Hak ehli önce usulü koymuş, sonra da gayeyi göstermiştir. Nitekim Şeyh Muhammed Murad el-özbeki, “Risale”sinin başında yaratılış gayesini,
“Allah’ın mahlûkatı yaratmasının sırrı, en büyük ve nihai gayesi iman, islam ve ihsanda kemali bulup hakikate ermektir.” diye ifade ederken, Muhammed b. Abdillah Hani, “el-Behçetü’s-Seniyye”sinde bunun usul ve adabını şöyle sıralar:
“Ey kardeşim! Bahsettiğimiz kemal ve saadete ulaşabilmek için:
1. Ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesine göre itikadını düzeltmelisin.
2. Şer’î hükümleri, farz, vacib, sünnet, mendûb, helal, haram, mekruh ve şüpheli şeyleri, kısaca fıkhını; ilm-î halini öğreneceksin.
3. Öğrendiklerinle amel edeceksin, ve
4. Sûfiyye yoluna sülük edeceksin.
Bu zahiri ve batını vazifeleri yerine getirmezsen alem-i kuds’e kanat açman mümkün değildir. Bunları ehli olanlardan sağlamca öğrenip yola girmediğin takdirde helak olacağını aklına koymalısın. Akaid ve fıkhını öğrenip amel ederken de bunları bazı hallere ermek, keşf ve keramet sahibi olmak için değil, Allah emrettiği için yapacaksın. Ve şayed sana kerem-i ilahi olarak böyle haller gelirse çok dikkatli olup meşgul olmayacaksın ve kendini kaptırmayacaksın…
Süfiyye yolunda bilgi edinme yollarından biri de keşif ve müşahededir. Ancak hakikat ehli süfiler bu bilgilenme yolunun da şer’î ölçülerle çelişmemesine özel bir ihtimam göstermişler ve en hususi hallerini bile şeriat çizgisinde değerlendirmişlerdir. Nitekim Reşehat’ta Hoca Alaaddin Attar‘dan naklen şöyle bir söz nakledilir:
İlim tarafını tutmak ve kendi halini gizlemek gerektir. Bu sözün tefsirinde de Reşehat sahibi der ki:
Hoca Hazretlerinin “ilim tarafını tutmak ve kendi halini gizlemek gerektir” buyurmalarındaki hikmet şudur ki, insanda ilim ile ayn (görmek) yani, iman ile hakikat müşahedesi bir araya gelse, o müşahede şeriata uymayacak olursa şeriat tarafını tutmak ve başka bir şeye kıymet vermemek gerekir. Lakin bu her arifin başarabileceği bir iş değildir. Kuvvetlilerin ve büyük velilerin işidir. Değme veliler imanla ayan’ı toplayamamışlardır. Muvahhidlerin kutbu Şeyh Muhyiddın Arabi hazretleri, Fütuhat isimli kitaplarında kendi hallerini hikaye ederken imanla ayan (müşahede) yi toplayabildiklerini anlatır. Ve bu yüzden Allah’a hamdini belirtir, der ki:
Ben imanla ayanı cem ettim. Müşahedeleri ortada iken onları bir tarafa bırakıp imanla amel etmek hali nadir bir keyfiyettir. Bu makam nice ariflerin ayaklarının sürçtüğü noktadır. Çünkü bazıları, müşahedeye erince onunla amel ederler de imanla amel etmezler. Böylece imanla ayanı birleştiremezler…
Netice olarak şu bilinmeli ki; insan, şeriat getiricisi tarafından ne emredilmişse, öncelikle onu yerine getirmeli ve daima Hakk’ın muradını nefsin muradından üstün tutmalıdır.